7 Kasım 2013 Perşembe

Hasret


Merhaba

Bugün hava biraz bulutlu buralarda. Galiba biraz da istediğim gibi

Biraz romantik biraz melankolik yazmak istedim.

Hasret
Yoksun ya kaç gündür.
Yarımım
İlkdefa ayrı kalmıyorum senden ama sanki ilkmiş gibi gidişinin boşluğu
 
Ne kadar çabuk alışıyor insan sana ve ne kadar zor, kabulleniyor ayrılığı
Sonunda kavuşmak olsada...
 
Son bir kaç gündür gözyaşım göz pınarlarımda
Hazır bekliyor
Ne zaman konuşsam akacak diye korkuyorum
 
Telefonum da bana bakıp gülen resmin arada ekranı seviyorum
Göresen deli dersin
 
Ki o kadar da meşgul ediyorum kendimi ama basaramıyorum sanırım
kalbimi meşgule düşürmeyi
 
Saymıyorum saat yada gün
Tek düşündüğüm kapıyı çalışın bana gülüşün sıcak öpüşün
 
Seni Seviyorum
Belki sıradan belki kolay bunu söylemek insanlık için
Ama benim ki kimsenin ki ile aynı değil biliyorum.
 
 
Sevgi ve Aşk hep hayatınızda olsun
 
Sevgiler
 
Alev
 
Louvre Müzesin den çok estekik ve anlamlı geldi.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Sirkesiz Turşu Tarifi


Merhaba

Bu aralar oldukça yoğun günler yaşıyorum. Yüksek Lisansa başlamamla beraber derslerim hızlandı ve yoğun olarak ders takibi yaptığım için blog um dan biraz uzak kaldım.

Bu arada kışlık turşularımı da hazırladım. Fakat yazmaya vakit olmadı. Aslında daha biriktirdiğim bir çok konu ve yazı var.

Turşu ya gelince geçen sene herkesin bildiği gibi turşularımı kurdum. Fakat tatları benim pek bir hoşuma gitmemişti. Şu dışarıdan satılan turşuların tadı hep damağımda. Özelliklede Üsküdar daki Ünal Turşularından aldığım turşular lezzizdi. Araştırmalara başladım onlar ne yapıyorlar diye. Sonra da tesadüfen kardeşimin bir arkadaşının yaptığı tarif elime geçti. Kardeşim turşuyu pek bir met edince dedim bu kış o tarife gore yapacağım.

Yaptım ve sonuç mükemmel oldu. Yemeğe başladık turşularımızı hatta sanırım yaptıklarım yetmeyecek ek yapmaya başlayacağım.

Tarifi :

5 Litre Suya
1 çay bardağı Tuz ( turşuluk tuz)
1 Yemek kaşığı Toz şeker
1 avuç nohut
2 baş sarımsak
Kereviz yaprağı
Lahana Turşusuna kırmızı pul biberde attım. İsteğe bağlı olarak.

5 Litre suyu once kaynatıyoruz. Soğuyana yakın tuz ve şekeri ilave edip karıştırıyoruz.
Su iyice soğuduktan sonra malzemeleri dizmeye başlayabilirsiniz

Ben lahana biber ve kornişon turşuları yaptım.

Hepsini ayrı kavanozlarda yaptım. Zira olma süreleri farklı. Lahana 1 hafta 10 günde Biber kelek gibi malzemeler 15-20 günü bulabiliyormuş. Benim turşularım 10 gün içinde oldular.

Sıvı malzemeyi elimdeki kavanozlara ve yukarıda verilen tarife gore çoğalttım.

Malzeme diziminde her malzeme sırasından sonra mutlaka sarmısak ve nohut atıyorsunuz. yine aralara kereviz yaprağı yerleştiriyorsunuz.

Sonuç bir harika oldu. Herkese tavsiye ederim.

Afiyet olsun.

Sevgiler

Alev


2 Ekim 2013 Çarşamba

Çikolatalı CheeseCake

Merhaba

Bu tarifi uzun zaman once denemiştim.  Fakat blog a eklememişim. İlk yaptığım zamanda aceleye gelmişti ve resim çekememiştim.

Haftasonunda eşimin iş arkadaşları ziyarete geleceklerdi ve kahvenin yanında güzel gider diye tekrar bu tarifi yapmaya koyuldum. Fakat yine süratten yapım aşaması resimleri yok. Hatta tamamının bile resimleri yok sadece son dilim. :)

Bu tarif 3 aşamadan oluşuyor
Malzemeler;

Tabanı için
2 Paket Eti Burçak
1/2 Paket Eti Kakaolu Biskuvi
75 gram Tereyağ

Tabanın Yapılışı: Biskuvileri rondo da çekerek un haline getiriyoruz. Bir sahan da tereyağını eritiyoruz. Biskuvileri ve tereyağını kelepçeli kek kalıbında iyice karşıtırıp, üzerini iyice düzleyip buzdolabında 30 dk bekletiyoruz.

Kek kalıbımız 26 cm.

Peynir Harcı

 4 Yumurta
400 gr Mascarpone Peyniri
200 ml ( 1 Paket) Krema ( Tikveşli marka tavsiyemdir)
1 Su  Bardağı Toz Şeker
1 Çorba Kaşığı vanilya ekstresi ( veya 1 paket vanillin)

Yapılışı : Yumurta ve şekeri iyice çırpıyoruz. Geri kalan tüm malzemeyide ekleyip çırpmaya devam ediyoruz. Burada en kritik şey kullandığınız kremanın sulu olmaması. Eğer kremanız sulu olur ise cheesecake iniz muhallebi kıcamında oluyor. Krema markası tavsiyem bu nedenle pınar  ve sek krema ile denedim sonuç felaket oldu :)

Hazırladığınız bu peynirli harcı dolaptan çıkardığınız tabanın üzerine bir süzgeç yardımı ile ekliyoruz. Sıvı malzeme olmasına ragmen süzgeçten geçirerek tabana eklemeniz önemli. Karışımı ekledikten sonra kabı tezgaha vurarak içerisinde hava kabarcığı kalmamasını sağlıyoruz. Isıtlımış 160 derecelik fırında  50 dk. pişiriyoruz. fırından çıktıktan sonra hafif jölemsi olabilir bu normal soğuyunca katılaşıyor. Panik yapmayın :)
Fırından çıkardıktan sonra oda sıcaklığında soğutuyoruz.


Çikolata Sos:

2 kare (80 gramlık) Bitter Çikolata
1 paket (200 gr) Krema

Krema ve çikolatayı cam kaba alıp benmari usulu eritiyoruz. Bu sosu cheesecake iyice soğuduktan sonra üzerine yayıyoruz. CheeseCake kimizi 1 gece dolapta bekletip ertesi gün servis yapıyoruz. Servis yapmadan önce kek kalıbından kolaylıkla çıkarabilirsiniz. Fakat yapım aşamasındayken tüm işlemleri kek kalıbı içinde  yapıyoruz.


Yapılması uzun gibi görünüyor fakat çok kolay ve çok lezzetli bir cheese cake.

Gelen misafirler baya bir sure yorum yapmadılar fakat hepsi tabakları bitirdi. En son bir kişi utana sıkıla yaw Mersin de böyle güzel cheesecake yapan neresi var. Ben hiç rastlamadım nereden aldınız dedi. Bunun üzerine BEN YAPTIM deyince ki şaşkınlık ve hayranlık tüm yorgunluğa değdi doğrusu.

Herkes çok beğendi. Hatta neden bir CheeseCake evi açmıyorsun diye soranlar da oldu.

İnternetteki çoğu tarif hep labne peyniri ile ve genelde evde yapılanlar dışarıdakilerle boy ölçüşemiyor. Verdiğim bu tarifte Labne yerine Mascarpone peyniri kullandım yabancı bir siteden görüp denedim. Ve sonuç mükemmeldi. Ki ben CheeseCake'i hiç sevmeyen biriyim.  Dışarıda asla yemem. Sizde misafirlerinizi bu tarifle şaşırta bilirsiniz.

Afiyet olsun

Sevgiler

Alev




Ayrılıklar da Aşka Dahil


Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum
Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
Yansımalar tutmuş bütün sahili
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
Hava ağır toprak ağır yaprak ağır
Su tozları yağıyor üstümüze
Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
Karanlık çöktü denize
Yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
Ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
Yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
Bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
Benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek AŞKIMIZ
ATTİLA İLHAN

Bugün bir Atilla İlhan  şiiri ile  başlamak istedim.
 
Hepimiz hayatta çeşitli ayrılıklar yaşarız. Doğanın kanunu da diyebiliriz buna. Fakat neden mutlu ayrılık olmaz. Yada kural mıdır ayrılıkların hep zorlayıcı olması.
 
Ayrılıklar ister bir kişiden olsun isterse çok sevdiğimiz işimizden, hep bir zorlayıcılık hep bir çirkinleşme olur. Halbu  ki her ayrılık yeni bir başlagıçtır. Neden insan yeni bir başlangıç için mutlu olmak yerine ayrılıklar da yıpranır.
 
Buna herkes farklı bir cevap verebilir. İnsanlar mutsuz olmayı daha kolay seçerler. Her zaman kolay yolu seçtikleri için. Aslında önündeki yeni gelecek için mutlu olmak mutlu olacağı ile ilgili şartları düşünmek zor gelir insan. Seviyoruz sanırım zorlukları.
 
Tabi ayrılıklar da da iki rol vardır genelde. Biri terk eden bir terk edilen. Terk eden mutlu olacaktır fakat mutlu olabilmek için terk edilenin mutsuzluğunu da üstüne çekmeden gidemez.
 
Peki neden terk edilen hep sorun çıkarır?  Cevap basit kaybettiğini düşündüğü için. Fakat bununla ilgili kazanadıkları hiç aklına gelmez. Tabi kaybetme ile birlikte hırs hırsla birlikte de zarar verme dürtüleri ortaya çıkar organizmanın.
 
Tuhaf olan da şu dur ki bir insandan yada bir şirketten ayrılıyor olmak arasında hiç bir  farkın olmaması. Belkide şirketlerin  de içinde insanlar yaşadığı için bu olumsuz tutum ve çaba içine girerler.
 
Ayrılık sözleride hep aynıdır karşı tarafın. Seni çok seviyordum. Seninle çok mutluyduk. İyi çalışıyorduk. Senden çok memnundum. Neden? Neden böyle bir karar aldın ki? Peki madem böyle bir karar aldın öyle ise benim ( bizim) de bu kararı aldığın için senin hayatını zorlaştırmamız gerekiyor. Gerekirse çirkinleşmemiz gerekiyor. Mutlu ayrılık yoktur.....
 
Çirkinleşmek aslında hiç bir işe yaramaz. Sadece size küçültür. İnsani  yada kurumsal değerinizi düşürür.
 
Hem biz insanların hem de kurumların düştüğü hata. Hiç bir insan  bir  insan için yada bir kurum için vazgeçilmez değildir. Bunu düşünmek ve gidenin yerine her zaman daha iyisini koyabileceğimizi düşünmek gerekir. İnsanları zor zamanlarda tanırısınız diye boşuna söylenmemiş. Aslında insanların iyi mi yoksa kötümü olduğunu ayrılık zamanlarında anlarız çoğu zaman. Görmediğimiz yüzlerini de görürüz.
 
Her durumda insanlar da iyi ve olumlu izlenimler bırakmak çok önemlidir çünkü kimin ne zaman ne olacağını kimse bilemez.
 
Bu nedenle de hayata hep olumlu yakalaşmalı. Kaybetmelere değil kazanmalara odaklanmalı. Pozitif olduğumuz da hayatta hiç bir şeyi kaybetmeyeceğimizi yaşadığımız bir takım sorunların hayatın renkleri olduğu ve kesinlikle uzun sürmeyeceğini bilmek, hayatı daha kolay yaşamamızı ve hatta geç yaşlanmamıza yardımcı olacağını görebilmeliyiz.
 
Ekim ayına girdik. Bugün buralarda hava yağmurlu havanın bu anlattıklarımda etkisi varmı bilmiyorum :) Fakat hayatım da yada çevremdeki insanların hayatında görüp gözlemlediğim şeyleri belki farklı bakış açıları ile görebiliriz diye yazmak istedim.
 
Mutlu yeni başlangıçlar......
 
Sevgiler
Alev
 
 
 

 

16 Eylül 2013 Pazartesi

Penne Ala Votka



Merhaba

Haftasonları bizim kendimizi ödüllendirdiğimiz günlerden haftasonu dışındaki 5 gün ödül mödül yok. Sebze salata gayet light bir hayat sürüyoruz malum kilo alma korkusu :)

Cuma akşamı Home Tv de tarifleri izlerken bir makarna tarifine takıldım. Dedim mutlaka denemeliyim. Yabancı mutfaklar bazen bizim damak tadımıza gore olmuyor fakat aralarda super lezzetlerde çıkıyor.

Dünde bu tarifi hemen yapmaya karar verdim. Malzeme eksiklerimi alarak.

Penne Ala Votka

Malzemeler

6 adet iri domates çok su vermeyenlerden
1 ortaboy soğan
6 adet sarmısak ( isteseniz azaltabilir yada arttırabilirsiniz)
200 gr mascarpone peyniri
200 gr mozzarella
50 gr parmesan
1-3 dal taze fesleğe
1/2 çay bardağı votka
1 çorba kaşığı tereyağ
1 çorba kaşığı sıvıyağ
( yağ dengesini damak tadına gore ayarlaya bilirsiniz
500 gr ( 1 kutu) Barılla Penne Makarna ( Kalem diyede geçiyor) ( Barilla yada Pastavilla marka makarnaları tek geçerim.)
yarım çay bardağı su ( yada tavuk suyu)

Yapılışı

Önce domatesleri ortadan 2 ye bölüp fırın ızgarasına dizerek 200 derece ısıda 40 dk pişiriyoruz. ( sure uzun gelebilir domateslerinizin olgunluğuna bağlı sureyi kısaltabilirsiniz) Domateslerin üzerine fırına vermeden once biraz zeytinyağı tuz ve karabiber gezdirin.

Diğer tarafta soğan ve sarmısakları bir tencerede pembeleşinceye kadar kavuruyoruz.Üzerine votka yı ekleyip çektiriyoruz 5-10 dakika da çekiyor. Sonra üzerine suyu ekliyoruz yine biraz çekmesi için bekliyoruz. Bu arada domateslerimiz fırından çıkıyor.  Dilerseniz kabuklarını soyun dilerseniz kabuklu  olarak tencerenin içine alıyoruz. Ardından maskarpon peynirini ekliyoruz. Fesleğenleri kopararak ekliyoruz. Tuz karabiber ekledikten sonar blendar ile çekiyoruz tüm malzemeyi. Çektikten sonra biraz daha kaynatıyoruz bir iki taşım ama çok değil.

Bu arada bir tencere de makarnalarınız haslamayı unutmayın :)

En son sos ve makarnayı bir fırın kabında harmanlayın. Üzerine mozorella ve permasan peynirlerini serpin. 200 derece fırında üzeri kızarana kadar 10-15 dak pişirin..

Afiyet olsunnn.

Tadı super oldu. zaten domates sarmısak fesleğen üçlemesinin lezzetli olmadığı bir yemek daha görmedim. :)

İçinde votka var diye aldırmayın. Yoğun yada keskin bir tat vermiyor. Ben en çok ondan çekinmiştim. :)


Sevgiler

Alev





5 Eylül 2013 Perşembe

Yaz Rehaveti



Merhaba

Yaz ayı geldi geciyor. Benim üzerimden yaz rehaveti gidemedi bir türlü yazılacak bir sürü yazım var. Geziler var anlatmak istediğim ama bir türlü kafamı toparlayıp da yazamadım.

Okulların açılmasını bekliyorum sanırım. Mersin de ki güzel sonbaharı. Akşamları hava serinlemeye başladı. Yanlış anlaşılmasın sadece akşamları 30 derecenin altına düşüyor bir iki derece biz buna serinleme diyoruz :) Fakat bir sır verebilirim. Yazı çok sevmeme ragmen yağmuru ve üşümeyi birde çorbayı özledim. :)

Gecen gün düşünürken son 1 yılımı değerlendirdim. Tam bir dinlenme alışma ve rehabilitasyon olmuş benim için. Sonra da bir korkuya kapıldım anlamsiz acaba 1 senem boşa mı geçti. Yapmak istediklerimin ne kadarını yapabildim diye. Tembelleştiğimden korktum. Fakat sonra öyle olmadığını anladım. İhtiyacım varmış soluklanmaya.

Buraya geldiğimde buradaki insanların yavaş hayatları bana çok garip gelmişti. Fakat bende ayak uydurdum sanırım bu yavaşlığa.

Ekim ayı ile birlikte yeniliklere yelken acıyorum. Uzun zamandır hayalini kurup yapamadığım bir şeyi yapıcam. İnsan çok isterse oluyormuş bunu birkez daha gördüm. Psikoloji üzerine yüksek lisans yapmaya başlayacağım. Çok heyecanlıyım. Psikolojinin derinliklerinde neler neler öğrenicem merak içindeyim. Ayrıca hem cevreme hemde kendime faydam dokunur belki. Çözmek istediğim anlamak istediğim çok konu olduğunu olduğunu fark ettim. Bunların neden ve sonuçlarını da bulmayı planlıyorum. Terapi seasları :) Kendi çabalarımla öğrendiğim bir çok konu olmuş. Bunlarıda üniversiteki mulakatta farkettim. Mulakatı yapan profesörle konuşurken aynı dilden konuşabildiğimizi görmek konuya aslında çokta yabancı olmadığım izlenimi bıraktı bende tabi Profesörde şaşırmadı değil. Mülakatı geçmem kolay oldu. :)

Ayrıca birde becerebilirsem İnsan kaynakları yönetimi üzerine 2. üniversiteyi okumayı düşünüyorum. 1 yıl boş geçti diye kendime çok mu yükleniyorum bilemedim. :)

Buse bu sene 3. sınıf oluyor. bir telaşta bu dersler zorlaşacak ve biz ne yapıcaz merak ediyorum. Ödev konusu hala bir muamma ve biz aile olarak Sabah 8 akşam 5 okulda olan öğrencilere ödev verilmesine karşıyız. Direnanne bu seneki rolum olacak sanırım.


Haftasonun da yeni bir koy keşfettik. Mersin de Akkum bölgesine yakın. Hem suyu çok sıcak değil di hem derindi ve kayalıkları olması nedeniylede  gözlüklerimizle bir kaç çeşit balık görme zevkine eristik. Buse bayıldı. Denizaltını keşfetmenin keyfi ile sudan hiç çıkmak istemedi. Denizden çıktıktan sonar da kimi görse  anlattı. Çizgili,sarı,makas kuyruklu balıkları.

Çocukların dünyası bizimkilerden çok farklı ve çok daha renkli. Amacım büyüdüğünde dahi bu rengi ve bu bakış açısını kaybetmemesi olacak.

Yaz tatili olması ve sitemizde yaşıtı çocuklar olması nedeni ile Buse yi daha iyi gözlemleyebildiğimi ve digger çocuklardan farklılıkları olduğunu görmekde ayrı bir zevk. Bazen kendim ile gurur duyuyorum. Diğerlerinden farklı bir fert yetiştirebildiğim için.


Eylül bitmeden yapılacak çok işim var aslında henuz konserve işine başlayamadım. Şu okul hengamesini  atlattıktan sonra başlayacağım inşallah.

Şimdilik olan biten bu kadar.

Sevgiler

Alev




23 Ağustos 2013 Cuma

CEHENNEM



Merhaba

Bu yaz şimdiye kadar  okuya bildiğim kitaplar

1- Ayşe Kulin - Dönüş
2- Zülfü Livaneli - Kardeşimin Hikayesi
3- Dostoyevski - Suç ve Ceza
4- CEHENNEM - Dan Brown



Bu kitaplardan en çok beğendiğim Cehennem oldu. Soluksuz okunan  bir kitap ayrıca çokta öğretici. Sanat tarihine ilgisi olanlar, İtalya ya ilgisi olanlar, macera severler, kusursuz kurgulanmış bir kitap isteyenler için müthiş bir kitap diye bilirim. Okurken hem çok şey öğrendim hemde çok keyif aldım. Şiddetle tavsiye ederim.

Diğer kitaplara gelince Dönüş Bora'nın Kitabı serisinin devamı bu kitabıda hızlı okudum. Fakat ben Ayşe Kulin kitaplarını zaten hızlı okurum. Dili akışkan olduğu için.

Kardeşimin Hikayesi ni okurken oldukça sıkıldım. Fakat sonuna biraz şaşırdım. Yine de çok tavsiye edemeyeceğim :(

Suç ve Ceza herkesin bildiği gibi iyi bir klasik. Ben biraz psikolojisine dikkat ederek okudum.Eğer sabun köpüğü kitaplardan hoşlanıyorsanız sıkıcı gelebilir. Fakat bence farklı yaş aralıklarıyla tekrar tekrar okunması gereken bir kitap her yaşınızda farklı bir sonuç çıkarabilirsiniz.

Sırada okuyacağım bir dolu kitap var.

Bana kolay gelsin

Sevgiler

Alev

20 Ağustos 2013 Salı

HaşHaşlı Çörek

Merhaba

Bu sefer ara biraz fazla oldu. Malum yaz mevsimi gezmeler tozmalar bitmiyor. Gezi yazılarımı daha sonar yazacağım sırayla fakat öncesinde geçen gün denediğim ve kendisi muhteşem olan bir tarif vermek istiyorum.

İstanbul a giderken geçen sefer Ankara üzerinden değil de Afyon üzerinden gittik. Afyon a gitmişkende Haşhaş ezmesi almadan geçmeyeyim dedim.

Geçen hafta itibariyle evimizle ve ben özellikle mutfağımla hasret gidermeye başladım. Mutfağa girip yeni şeyler deneme zamanı. :)

Haşhaşlı Çörek

Malzemeler

1 Büyük Çay Bardağı Ilık Su
1 Büyük Çay Bardağı Ilık Süt
Yarım Çay Bardağından az Sıvı Yağ
1Yemek Kaşığı Şeker
1 Çay Kaşığı Tuz
1 Paket İnstant Maya
Aldığı kadar Un ( ben 3 su bardağı ile yoğurmaya başladım sonar üzerine hamur yumuşak bir hal alıncaya kadar ekleme yaptım. Hamur fırınlarda satılan ekmek hamuru kıvamında oluyor.)

3 Yemek Kaşığı Ezilmiş Hashaş ( ben kavanozda ezilmiş yağlanmış hazırlanmış haşhaş kullandım.)
Yarım çay bardağı sıvı yağ


Yapılışı

Hamur malzemelerini karıştırıp yumuşak bir hamur elde ediyoruz. 10 dk kadar kenarda bekletiyoruz.

Hamuru 3 Parçaya bölüyoruz. Sonra bu parçaları elimizi hafif yağlayarak masanın üzerinde açıyoruz. çok ince olmak zorunda değil açtığınız hamur.

Açtığınız hamurun üzerine yağ ile seyreltilmiş haşhaş ezmesini sürüyoruz ve hamuru rulo yaparak katlıyoruz. rulo halıne getirilmiş hamuru 3 parmak genişliğinde kesip yağlanmış tepsiye dik olarak diziyoruz. Kalan digger parçalarada aynı işi uyguluyoruz.  Önerim geniş bir kaba dizmeniz. Çünkü  hamuru 30 dk mayalanması için bıraktığınızda kabarıyor. Kullanacağınız tepside mayalanmaya yetecek kadar boş alan kalması önemli.

200 derece lik fırında 20-25 dk pişiriyoruz.

Çıkınca yumuşacık çörekleriniz olacak. Ertesi gün daha da yumuşuyorlar.

Afiyet olsun.

Sevgiler

Alev



5 Haziran 2013 Çarşamba

Doğa Aşıkları İçin COMO



Merhaba


Como şehri o şaheser gölünden alıyor bu ismi. Milano dan yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk ile ulaşıyorsunuz. Bu cennetten bir köşe olan şahane şehire.

Aylardan Nisan, Alpler tüm heybeti  ve karlı zirveleriyle sizi muhteşem göz ziyafetine davet ediyor.

Coma ‘ya girer girmez etrafa bakmaya doyamıyoruz fakat vakit hayli ilerlemiş,yorgunuz ve karnımız aç. Kalacağımız pansiyonu aramaya koyuluyoruz. Pansiyonu bulduğumuz da hayranlığımız biraz daha artıyor. Küçük, şirin, ağaçlıklar içinde kenarından deresi akan tertemiz bir yer doğa ile iç içeyiz. Yolculuğa çıkmadan önce internet üzerinden kalacak yer ayırtabilirsiniz. Ufak olmasına rağmen çok temiz ve nezih pansiyonlar bulmak mümkün.

Elimizde haritamız başlıyoruz çalışmaya. Bizim turumuz iki kişilik rehberde tur operatorüde biziz. Hiç bilmediğimiz bir yeri keşfetmenin tadı doyumsuz. Ertesi sabah erken kalkıp heryeri gezmeli bu güzel doğa harikasını içimize sindirmeliyiz.

Mevsim nedeni ile sabah bizi kuvvetli bir yağmur karşılıyor.Fakat hazırız eminizki bu şehrin yağmuru bile bir başka. Yağmura rağmen atlıyoruz havaalanından kiraladığımız arabamıza haritamiz elimizde başlıyoruz tura.

Gölün kenarında bir sağa bir sola bakınıp dururken gölün üzerinde bir ada karşılıyor bizi. Yüksek ve yemyeşil heybetli ağaçları ile Isola Comacina.  Şiddetli yağan yağmura rağmen bir elimizde şemsiye bir elimizde fotograf makinası basıyoruz denklanşöre çok güzel kareler var elimizde. Adaya ulaşım teknelerle sağlanıyor. Fakat biz kıyıdan izlemekle yetinip yeni yerleri keşife çıkıyoruz.

Bu bölge villa larıyla ve botanik bahçeleri ile ünlü güzergahımız Tremezzo bölgesindeki Villa Carlotta. Bu arada Tremezzo dan yarım saatte bir göl üzerinde feribotlar sefer yapıyorlar sizi karşı kıyıdaki kasabalara götürüyorlar. Fakat biz gölün çevresini arabayla gezmeyi tercih ettik. Hiç bir güzelliği kaçırmak istemiyoruz.

Villa Carlotta ya geldiğimizde yağmur duruyor. Mis gibi toprak kokusu sarıyor her yanımızı. Önce villayımı bahçeyimi gezsek diye tereddütte kalıyoruz. Görsel ziyafeti sona bırakma kararı alarak binanın içini gezmeye başlıyoruz. Binanın içi çok zevkli döşenmiş.  Her yer mermer ve naif işlenmiş eşyalarla bezenmiş. Camlardan görünen manzaraya bakmaya doyamıyoruz. Tüm ihtişamı ile Alp’ler ve Como Gölü ayaklarımızın altında.

Villa nın içini bitirdikten sonra sizi içine çeken, karşı koyamayacağınız bir bitki örtüsü karşılıyor sizi burası bir botanik bahçe.

Güneş açıyor. Çiçeklerin renkleri berrak daha bir temiz renk uyumu inanılmaz. Pembeler, morlar, kırmızılar, yeşile ve maviye ne kadarda yakışıyor. Kuş cıvıltıları arasında her çiçeğin ağacın resmini çekerek ilerliyoruz. Bahçedeki süs havuzunda kurbağalar var irili ufaklı bakmadan geçilmez. Kurbağalara da selam verdikten sonra hayranlık ve imrenme duygusuyla uğurluyor bizi Villa Carlotta.

Tremezzo dan ayrılıp Bellagio ya doğru yola koyulma zamanı. Yol üzerinde güzel bahçeli,mimarileri şahane binalar bahçeler ufak şelaleler eşlik ediyor eşim ile bana.

Bu bölge kesinlikle ilkbahar da gezilmeli her yer taze tüm doğa görsel bir şölen sunuyor.

Bellagio’ya vardığımız da yemek molası veriyoruz. Göl kenarında yüzen kazlar eşliğinde nefis makarnalarımızı yiyip dinlendik. Dikkatimizi çeken başka bir konu her yerin tertemiz olması. Doğa temiz, toprak temizi, su temiz. Doğal olarak da yiyecekler sebze ve meyveler çok lezzetli. Como da yediğimiz domatesin tadı çocukluğumuzda yediğimiz domates tadında idi. Çevreyi temiz tutup sağlıklı kalıyorlar anlaşılan.

Şimdi; gitmeden önce hayatımızın dönüm noktası olacağını bilmediğim ve çok büyük bir mutluluk yaşadığım Villa Melzi’ye doğru yoldayız.

Villa Melzi arazi olarak Villa Carlotta dan çok daha büyük bir villa bu binalarda zamanında bir ailenin yaşadığına inanmak istemiyor insan. Burayı gezmek yaklaşık 2 saatinizi alacaktır. Villanın bahçesi botanik park ve milyonlarca bitkiye rengarenk çiçeklere ev sahipliği yapıyor. Bahçedeki binalar beyaz ve manzara ile bir uyum içinde. Mermer heykeller ve bahçenin göl kıyısına doğru eski tip bir kadırga tablo gibi duruyor karşımızda.

Villa Melzi’nin içerisinde bir de aile chapel’i yer alıyor. Ufak fakat görkemli bir mekan diğer binalarda olduğu gibi burasıda mermer. Chapel den çıktıktan sonra bahçenin diğer tarafından gezmeye devam ederken karşımıza şahane bir kamelya çıktı. Renk renk begonvillerle süslü kamelya ; burada dur ve soluklan diyor sanki.  Bu kamelyanın bizim için farklı bir anlamı var. Ben hayran hayran kendimi kaybetmiş çiçeklere bakarken sevgili eşim beni kamelyanın altına çağırıyor ve hiç beklemediğim bir anda ‘Hayatlarımızı birleştirmeye ne dersin?’ diyor ve bu kamelyada buna şahit oluyor. Ortamın ve teklifin güzelliği ile sarhoş olan benim dilim tutuluyor sanki ve sadece  EVET diye biliyorum. Böyle bir teklif için buradan daha uygun bir yer olamaz sanıyorum. Özellikle bekar çiftlere şiddetle tavsiye ederim bu büyülü ve romantik ortamı.

Bu tatlı şaşkınlığım geçtikten sonra yola devam ediyoruz. Bellagio’nun içini gezip otelimize gitmeyi hedefliyoruz ki baya bir yorulduk.

 
 
Bellagio çok şirin bir yer ve yolda başka bir güzellik karşılıyor bizi. Kendi halinde çağlayan ufak bir şelale. Bir ufak mola da burada verip fotograf çektikten sonra yolumuza devam diyor ve akdaşama doğru Como nun merkezine ulaşıyoruz.

Burada irili ufaklı birçok restaurant ve cafe mevcut. Akşam yemeği için pizza tercih etmenizi öneririm. Kırmızı şaraplarıda gayet lezzetli.

Günümüz burada noktalanıyor. Ertesi gün Milano ya gitmek üzere şirin pansiyonumuzda uykuya dalıyoruz.

Bu gezi için 3 gün yeterli çevrede çok güzel botanik parklar ve villalar mevcut. Como ‘nun gündüzleri çok renkli. Fotograf makinalarımızın gözlerimiz kadar iyi görüntü alamamasına hayıflanarak Como’ya veda ediyoruz.

Başka bir baharda mutlaka tekrar buluşmak üzere.....
 
Sevgiler
 
Alev

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Kapikaya Kanyonu


Merhaba


Cumartesi günü İstanbul dan kardeşim ve eşi geldiler. Bizde bu aralar yoğunlukla yaptığımız tur rehberliğini biraz daha geliştirerek çevredeki yeni oluşumları gezilecek alanları bir miktar inceledik. Çok profesyonel bir cümle oldu :) Aslında sevgili eşimle Mersin de bir sokakata tesadüfen Kapıkaya kanyonu ve Varda köprüsü günü birlik gezisi yazısını okuduk ve evrekaaa dedik. Biz buraya gideriz.

Haftasonu havanın biraz bulutlu olması nedeni ile denize gitmekten vazgeçtik ve internetin başına çöreklendik. :)

Adana'nın Karaisalı İlçesinden gidiliyor bu kanyona biz Mersin'den otobana girerek ulaştık bu doğa harikası yere. Görünce bayıldım. Burnumuzun dibindeymiş biz görmemişiz duymamışız.

Kanyonun tamamı 20km imiş fakat ancak 4 km si yürüyüşe açık. Kanyonun etrafında kendiliğinden çıktığı belli olan zakkumlar dikkati çekiyor. Çınar ağaçları ve çam ağaçlarıda cabası. Bir çok değişik bitki ve çiçek türünede rastladık. Hatta maydanoz ve naneleri de görmek şaşırtıcıydı. Akan su muhtemelen karların erimesinden ve içerisinde alivyonlar getirmesinden dolayı çamur rengi olsada kanyon içerisindeki o serin ve temiz hava muhteşemdi.



 
Kanyonun sonuna doğuru gelindiğinde çam ağaçları sıklaştı ve incede olsa gürül gürül sesi ile şelale karşımızdaydı. Yol boyunca yürümekten ziyade Buse nin soruları bizi oldukça yordu. Fakat Buse'nin burayı beğenmesi ve 4 km yürüdükten sonra bile keşke daha uzun olsaydı. Akşama kadar yürüseydik demesi bizi bayaki şaşırttı. Çok şanslıyız kızım doğayı seviyor. Yerden değişik yüzeyli taş ve kaya parçaları topladı. Biz koparma desekte ilgisini çeken değişik bitki ve çiçeklerden bir miktar örnekler aldı. :) ( Kopardı demiyorum çok kurumsal bir dil ile örnekler topladı :) )
 
 
Buradaki gezimiz bittikten sonra otobana çıkmayıp köylerin içinden gitmeye karar verdik. Sonrasında da gelişte otobandan geldiğimize pişman olduk çünkü aradan gittiğimiz köy yolları çok daha güzeldi. Yemyeşil ağaçlıklı yollar ufak ufak köy evleri yol üzerinde birde Alman köprüsü diğer bir adı ile Varda Köprüsü'ne rastladık. Onun fotografını çekmeyi unutmuşum :( Bu köprüde İpek yolu ile Bağdat yolu üzerinde olan bir köprü imiş. Bunun dışında internette köprü ile ilgili mühendislik harikası şeklinde bilgiler yer alıyor. Yaya geçişine kapalı bir köprü üzerinden tren geçiyor çünkü yine etrafı ağaçlık hoş bir yapıt.
 
Gezimizi yol üzerinde Tarsus a girerek tamamladık. Misafirlerimiz Tarsus'un da tarihi yerlerini gezdikten sonra kebap eşliğinde ve yorgun olarak günü sonlandırdılar :)
 
Yolu Adana yada Mersin'e düşen herkesin görmesini tavsiye edebileceğim mekanlardı. Çok keyifli bir gezi oldu.
 
Gezgin aile yollarda devam edecek :)
 
Sevgiler
 
Alev

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Anneler Günü ve Kanlıdivane'de Konser



Merhaba

En güzel kutlanan anneler günüm bu yıl oldu. Sabah uyuyan güzellerim uyandılar Anneler günümü kutlayıp sarıldılar. Sonra da beni kahvaltıya götürdüler. Halbuki ben ev de hazırlardım kahvaltıyı yorulmayayım diye imiş. Sevgi ile yapılan hiç bir iş insanı yormaz dedim. Ünlü bir düşünür gibi. :)

Hava bu aralar bozuk Mersin de rüzgar var yağmur yağıyor ara ara bugün de öyle günler den.  Kahvaltıdan çıkıp büyük annenninde anneler günü kutladıktan sonra eve dönemye karar verdik. Yolda bir çiçekcinin önünde durduk bende saf saf bakıyorum niye durduk diye. Beni indirdiler çiçekcide ve tabiri caiz ise sen gezin şuralarda deyip beni araziye saldılar. :) çok güzel bahçe çiçekleri vardı. İçim gitti elbet bir bahçem olacak ve ben o ağaçlardan çiçeklerden ekicem ellerimle. Neyse iki kafadar çiçekciden ellerinde yeşil kırmızı çok hoş bir çiçekle çıktılar. Bana beraber seçmişler. Çok hoşuma gitti. Eve gelincede aldıkları diğer hediyeleri çıkardılar. Avm ye gidip beraber hediye seçmişler uyanıklar hiç haberim yoktu. Çok güzel şeyler çıktı paketlerden ama asıl güzel olan benim için yazdıkları notlardı. Onlar hediyelerden çok daha değerliler.

Günün süprizleri bitmedi. Hediye merasiminden sonra ve Kanlıdivane ye doğru yola çıktık. Cumartesi günü 12. Mersin Müzik Festivali başladı. Çok değerli sanatçılar müzikaller ve klasik müzik dinletileri yapılacak önümüzdeki 10 gün bende bu festivale katılamayacağız diye üzülüyordum eşimin iş seyahatleri nedeniyle ki öyle olmadı en azından  bir tanesine katılabildik.

Biraz ansiklopedik bilgide olsun dedim. :)
Kanlıdivane, (Canytellis, Kanytella) Mersin’in Erdemli ilçesindeki antik kent.
Antik Olba Krallığı’nın kutsal yerleşim yeri olan kentin tarihi MÖ 3. yy.a kadar gitmektedir. MS 4. yy.da adı Neapolis olarak değişen kent en parlak dönemini yaşamıştır. Bizans İmparatoru II. Theodosius (408-450), bu alanda kutsal bir Hristiyanlık merkezi kurmuştur.
Kent, 60 metre derinliğinde geniş bir obruk etrafında kurulmuştur. Doğal bir çöküntü alanı olan bu çukura efsaneye göre Roma çağında suçlular atılıp vahşi hayvanlara yem edildiği için kente Kanlıdivane denilmiştir. Obruğun içinde divan üzerinde oturan bir kadın ve iki erkek kabartması yer alır. Yağmur sularıyla toprak rengine bulanan bu kabartmalar nedeniyle kente Kanlı Divan denildiği ve zamanla Kanlıdivane’ye dönüştüğü de anlatılır. Merdivenlerle inilen çukurun, büyüklüğünden ötürü tanrısal olduğu düşünülmüş ve kent tarih boyunca dinsel bir merkez olmuştur.
Obruğun etrafında kesme taştan yapılmış bazilikalar, caddeler, kaya mezarları, sarnıçlar, kaya kabartmaları bulunur. Güneybatısında MÖ 2. yy.dan kalma bir kule vardır. Kulenin kitabesinde, Tanrı Zeus için rahip-krallardan Olbalı Tarkyaris'in oğlu Teukros tarafından yaptırıldığı yazmaktadır.
Kentte bulunan üç nekropolden kuzeydekinin en yüksek yerinde Kraliçe Aba'nın kocası ve iki oğlu için yaptırdığı anıtsal mezar bulunur. Obruğun bir kilometre güneybatısındaki Çanakçıkaya mezarları Kilikya İmparatorluğu’nun soylularına aittir ve üzerlerinde bunu belirten rölyefler vardır. Obruğun çevresindeki bazilikalar 4. yy. sonları ile 6. yy. ortaları Bizans dönemi eserleridir.
19. yy. ortalarında Fransız gezgin Victor Langlois tarafından keşfedilen kent, 70’li yıllarda yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Yöredeki ilk arkeolojik araştırmaları Prof. Dr. Semavi Eyice gerçekleştirmiştir.
Akustiği çok iyi olduğu için günümüzde konserlere ev sahipliği yapmaktadır.


Evet Akustiği muhteşem olduğu için orada konser dinlemenin tadı bir başka oldu. Fatih Erkoç konseri vardı. Müzik kalitesi yüksek olan bir sanatçı ve akustiği güzel tarihi bir yer olunca dinleti tadından yenmedi. Üstelik şakır şakır yağan yağmur bile engelleyemedi bizi. Şemsiyelerimizi ve portatif koltuklarımızı alıp güzel bir yere yerleştik. Bir yandan konseri dinlerken bir yandan da yorumlar yaptık kendi aramızda eşimle :) produksiyon biraz daha para harcasaydı daKon anfileri obruğun içine doğru sarkıtsalardı çok daha muhteşem sesler duyabilirdik diye :) çok bilmiş ailesi ne olacak.

Mersin de yaşamanın güzelliklerinden biri daha işte evden çıktık ve yarım saat sonra aslında şehrin çok dışında antik bir yerde hemde önceden bilet filan almadan pat diye mis gibi konsere giri verdik. Üstelik her yerde yaptıkları gibi burada çocuklarıda ayrı ücrete tabi tutmadılar ve içeri almamazlıkta yapmadılar. Buse nin böyle şeylere şahit olması daha bu yaşlardan böyle kültürel etkinliklele büyümesi beni çok mutlu ediyor. Yavrum arada sıkıldı aslında fakat anneler günü diyede ses çıkarmadı tembihlenmiş :) Kafadarlar iyi çalışıyor.

Eee artık tamam eve gidiyoruz derken günün son süprizide eşimden geldi. Bir restaurantta yer ayrıtmış hadi buyrun yemeğe dedi. Üzerimizi evde değiştirdikten sonra Rakı Balık olayına girdik. Dışarıda da öyle bir yağmur yağıyordu ki yağmurun sesinden verdiğimiz siparişler zor duyuldu. Gök delindi sandım.

Velhasıl çok güzel bir gündü. Emeği geçen sevgili eşime ve 9 yaşına gelmiş bebeğime çooook çookk teşekkür ederim. İyiki varsınız. Beni çok özel hissettirdiniz bugün.


Biz böyle güzel bir gün yaşadık. Fakat Hatay da çok acı olaylar olmuş. Biz gazete tv den uzak duran insanlar olduğumuz için haftasonunda haberimiz olmadı. Pazar akşamı eve gelince sosyal medyada gördük. Çok üzüldüm. Eli kolu bağlı olmak beni daha da üzdü ve sinirlendirdi. Bu ülke nereye gidiyor. Çocuklarımız ne olacak. Son zamanlar da ne kadar kötü olaylar oluyor.  Kinsiz stratejisiz huzurlu ve dingin günler yaşamak ümidiyle daha fazla söyleyecek birşey bulamıyorum.

Sevgiler

Alev



10 Mayıs 2013 Cuma

Dost Ziyareti



Mutluluk bir dostun hiç umulmadık bir anda sizi ziyaret etmesi olabilir. Aynı bu hafta içinde birden kapımda biten can dostumun gelmesi gibi. Can dostlardan görmeyeli çok olmuş farkında bile değildim ta ki o gelene kadar.  Yabancı bir memlekette olduğumu işte bu anlarda anlıyorum aslında bir de zamanın acımasızca geçtiğini. Arkadaşımla telefonda konuşmamıza rağmen neredeyse 1 sene yüzlerimizi görmemişiz. İlk gördüğümde ki sevincimi anlatamam. Senden kendinden seni bile tanıyan sıcak biri. Bura da da tanıdıklarım var tabi ama aynı duyguyu yaşatmıyorlar bana burada daha çok yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibiyim. İnsanları yeni yeni tanımaya çalışıyorum tabi tatlarına bakmadan J Bebekler ilk tanıştıkları objeleri mutlaka ağızlarına bir götürürler tüm duyu organların ile test eder tanımaya çalışırlar ben sadece bakıyorum konuşuyorum ve anlamaya çalışıyorum. İnsanlar çeşit çeşit.

Ben dostumu değişmiş buldum. Oda beni. Tabi karakter anlamında değil hiç bir değişim düşünceler bakış açıları.

Bana rengin açılmış dedi doğru tabiri bulamadığından sanırım. J Halbuki bronzlaşmaya bile başladım. Yüzün aydınlanmış seni görmeyeli demek istedi. Kurumsal hayatta uzaklaşmak yaramış bana.  Diğer bir tespiti ise artık daha derin düşündüğüm oldu. İnsanların her davranışının altında psikolojik bir şeyler arıyorum. Çözümlemeye çalışıyorum. Bilinç altında neler var anlamaya çalışıyorum. Çünkü artık insanları anlamak için çok vaktim var ve tabi düşünmek içinde.

Düşünmek bazen çok tehlikeli birşeydir. Eğer kendinizi düşüncelerden sıyıramaz ve sadece düşündüğümüz şeylerin gerçek olduğuna inanırsanız. Ben çoğu zaman kıyısından dönüyorum. Zihin inanılmaz çalışan bir makine sizi inandırmak istediği şeye inandırır yada siz inanmak istediğiniz şeyleri düşünürsünüz. Daha önceleri sağlıklı düşünmeye vaktim olmadığını gördüm. Önceden suçladığım insanların gözünden hayata bakabilmeye başladığımda çoğu zamanda onlar için üzüldüm. İş, özel hayat, çoluk çocuk derken öyle bir koşturmacanın içine giriyo ki insan karşısındaki insanı anlamaya vakit bulamıyor çoğu zaman hatta sadece duyuyor dinlemiyor bile.

Pelin le zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık gece çok geç yattık. Sabah erken kalkıp balkonda güzel havaya karşı kahvaltımızı yaptık. Oradan buradan sohbet ettik. 24 saat bile geçirmedik asılında beraber fakat yinede çok şey paylaştık.

İyiki geldin evimi şenlendirdin canım arkadaşım. Ayağına sağlık. Ayrıca iyi haberlerini almak ve seni iyi görmekte beni ayrıca mutlu etti.

Evet dostlar hepinizi beklerim. Dost sesi dost bakışı bir başka iyi gelir insana ruhunu yeşertir güçlendirir.

Bakalım bundan sonra kapımı kim çalacak.

Sevgiler

Alev

3 Mayıs 2013 Cuma

Deniz Kirliliği

Selamlar

Bugün ne olduğ ise içimi bir dökesim var. Halbuki sabahtan beri oyalanıyorum. Banka işlerimi hallettikten sonra kendime şahane cuma dedim ve ödül vererek kuaföre yollandım. Saçlarım tırnaklarım şahane. Acaba bu yüzden mi kendimi tutamıyorum yazıp yazıp durasım geliyor. Aslında bilgisayarı terkedip ütü yapmam lazım yemek yapsam fena olmaz :) ama ben hazır gazı almışken yazayım şu yazılarımı.

Balkonumda hafif hafif de esiyor çayımıda aldım beklesin ütüler canım. Çiçeklerime de bakıyorum buradan mis gibi. Resimlerini koymayacağım nazar değmesin diye ( aslında resimlerini çekip pc ye aktarmaya üşeniyorum ama çaktırmayın )

Velasıl konuya girelim. Çarşamba günü tatil olmasını firsat bilip denize gittik. Bu sefer bir farklılık yapalım sezon açılıp acayip tipli insanlar plajı basmadan Kız kalesinde denize girelim dedik. Bu arada acayşp tipli insalar yanlış anlaşılmasın insan ayırmam asla fakat ailemin yanındayken bile utanmayıp öküz öküz seyre dalanlardan bahsediyorum. Neyse bir gittik ki ne görelim. Kız kalesi plajı su kenarları sapsarı. Açıkta kusura bakmayın hayvan diyeceğim fakat hayvanlarada haksızlık oluyor bir gemi artık ne bıraktıysa limana girmeden önce nasılsa biz keriz memleketiz bunları takip etmiyoruz ya salmış pis sularının caanım akdeniz kıyı olmuş sapsarı su ne olduğu belli değil. Türk insanı olduğumuz birkez daha kanıtlarcasına plajın o halde olmasına rağmen bize şemsiye ve şezlog lazım mı abii diye seslenen çocuk da bilim adamı edasıya bakmayın bakmayın bir şey olmaz cilt hastalığı yapacak bulaşıcı bir şey değil bu alın şemsiye demez mi ? Gülermisin ağlarmısın. Eşime yaptığım tek göz hareketiyle plajdan kaçarak uzaklaştık. Daha gülüncünü anlatayım.
Bir yandan da nasıl denize girmek istiyorum anlatamam e zihin bu illa ikna edecek ya kendi içimde biz marmaranın pis sularında yüzdük bize birşeycik olmaz hem marmara küçük deniz daha çok pislik ve daha fazla gemi var diye de aklımdan geçiriyorum. :) Neyse sonra kendimize başka bir koy bulduk baktık görünürde temiz yayıldık çoluk çombalak. :) Artık Türklüğümüze mi sığındık Allah'a mı bilemiyorum :) Fakat gün bitene kadar deniz kenarında oturdum bir yandan kitap okurken diğer bir tarafta içim içimi yedi. Ben bu konuyu nereye şikayet edebilirim. Bulamadım bir yer çaresizliğe çok sinirlendim. Yurtdışında limanlarda o kadar sıkı kontrol varki adamlar denize tüküremiyor bile bu yabancı şilepler biliyorlar burada kimsenin onları yakalayamayacağını bırakıyor tüm pisliklerini. Bu yazıyı okuyupta bu konu ile ilgili bilgisi olan varsa ne olur bana bir mesaj yazsın. Bende gerekli yerlere şikayetimi yapayım tabi hiç inancım yok birşey olacağına ama yinede içim rahatlar belki.
 
Bu artık okula gitmek istemeyen ve denizin içinde yaşamak isteyen kızım :)



Çilekli Pasta

Merhaba

Cuma akşamı kayınvalidem e davetliydik. Bende hazır çileğe takmışken çilekli pasta yapayım dedim.

Sıvadım kolları elimdeki çikolatalı pasta tarifini çevirdim  çilekli pastaya.

Malzemeler

Pandispanya
3 Yumurta
3 Kahve fincanı toz şeker
3 Kahve Fincanı un
1 Çay Fincanı süt
1 Paket kabartma tozu
Yarım çay kaşığı tuz

Krema

4 Su bardağı Süt
12 Çorba kaşığı şeker
3 çorba kaşığı un
Yarım paket margarin
1 Bardak Süt ( Pandispanyayı ıslatmak için )
200 gr Çilek

Toz şeker ve yumurtayı bir kaba koyarak boza kıvamına gelene kadar çırpma teli ile elde çırpıyoruz.  sonra içine un süt ve kabartmatozunu karıştırıp çırpmaya devam ediyoruz. iyice karışınca 170 dere fırında pişiriyoruz. 30 dak. kadar


Krema malzemelerinin tamamını tencereye alıp karıştırıyoruz. ve muhallebi olana kadar karıştırıyoruz.  muhallebi kıvamına geldiğinde blendır da çektiğimiz çilekler püresinde muhallebinin yoğunluğunu seyreltecek kadar katıyoruz. Hem rengi değişiyor hemde bir aroma veriyor.

Daha sonra pandispanya soğuyunca ortadan kesiyoruz. alta pandispanya üzerini sütle ıslatıyoruz krema döküyoruz diler seniz çilekle yada muzla yada karışık istediğiniz meyva ile diziyoruz. Sonra üzerine geri kalan pandispanya parçasını koyup kalan kremayı pastanın heryerini sıvayacak şekilde sürüyoruz. Pastanın üzerinide dilerseniz çileklerle süsleyebilrisiniz. Benim birazda çilek pürem kalmıştı ondan da ekledim.

Afiyet olsun

Alev







 

0

Dut Ağacı Oradan Buradan

Merhaba

Uzun zamandır yazmadım ya birikmiş anlaşılan içimdekiler şimdi arka arka ya geliyor. Tabi bunda balkon sezonunun açılmış olması etkilimi bilemiyorum. Yazında bu balkonda oturup yazılarımı yazıp bir yandan denizin kokusunu içime çekmek çok hoşuma gidiyordu. Yine üretken mi olmaya başlıyorum ne belkide toprağın üstündeki karların eriyerek doğanın uyanması gibi bu havalar da beni uyandır dı ne dersiniz?

Şimdi ben bu aralar kendimi bazı şeylere kayıtsız gibi hissediyorum.  TV haberlerini izlemiyor gazetelerin sadece başlıklarına bakıyor ve sanki kendi dünyamda yaşayıp gidiyor gibiyim. Bence şuan ki düşüncem doğru yapıyorum. Ama bu sefer de hiç bir şeye direnmiyorum hiç bir konuya taraf olmuyorum. Ülke de bir sürü olay cereyan ediyor fakat sanırım ne düşünmeme gerektiğini bilmediğimden kendimi ağaçlara kuşlara çiçeklere bahara denize veriyorum. Fakat takip ettiği kadarı ile ; tamam canım dünyada bir haberiz dediysek o kadar da değil sosyal medyadan da takip ettiklerim var tabi. Üzülüyorum sadece ve elimden gelen bir şey olduğunu da malesef düşünemiyorum. Ülke aslında karışıklık içinde fakat her şey normal miş gibi yaşanmaya devam ediyor. Bir çok yönden bakmaya ön yargılı olmamamya çalışıyorum. Bazen bize öğretilenlerinde mesnetsiz olduğunu gördüm çünkü yaşadıkça. Barış nidaları yükseliyor bana bunların hepsi danışıklı döğuş geliyor bu benim fikrim. Gazete başlıklarına bakıyorum. Hergün başka bir olay ve hepsi sabun köpüğü gib unutuluyor. Barış var milli içecek ayran var thy ye kırmızı ruj yasağı var, Suriye de savaş var. Ki o çok ayrı bir mesele tam bir yazı yazılabilir üstüne. Milletvekili diğer milletvekiline ana avrat küfür ediyor. Diğeri diğerinin ayağına basıyor. Hangi birine yorum yapayım bilemediğimden külliyen bırakıyorum.

Sadece Suriye konusunda bir dip girmek istiyorum. Son Antep ve Urfa gezisinde kamplarını gördüm gerçekten  çok üzüldüm. Fakat bir de Mersin de yaşayan altlarında son model arabaları olan engüzel evlerde oturan ve laf aramızda emlak piyasasını gelmeleriyle allak bullak eden bir Suriye li grupta var ki ben onlara kendimce sözde mualifler diyorum onlarada acıyasım gelmiyor acıkcası bizim kendi halkımız onların yanında beter şartlarda yaşıyor. Üstelik belkide beni asıl rahatsız eden buralarda kendi topraklarıymış gibi dolaşıyor olmaları belkide . Neyse derin meselelere girmeyeceğim dedim ama duramadım.  Uzun lafın kısası herşey yalan bu dünyada paran varsa herşey vız geliyor tırıs gidiyor. Savaşmış afetmiş hastalıkmış parası olana koymuyor. Olan yine her zaman ki gibi garibana oluyor.  Ayrıca yine yazmadan geçemeyeceğim sokaklarda artık çok sık gördüğüm ve sinirimi bozmaya başlayan önde yürüyen bir erkek arkada siyah çarşaflı 4 kadın ve bir sürü çocuk......

Neyse sıkıcı bir yazı olmasın dut ağacı dedim bir resim koyayımda keyfimiz yerine gelsin.

Mersin in üstünde bir köydeki piknik restaurantın bahçesinden çok güzellerdi hem görüntüleri hem tatları.
 
 
Bu ilin doğal güzelliklerine bayılıyorum. Sıkı durun yeni çılgın projemiz gözümüze kestirdiğimiz bir kaç köyden arsa bakmaya başladık. Bahçeli ev hayali bir köy evi hayali ile tamamlanacak sanırım :)
 
 
Hadi seviyorum tüm insanlığı bugün
 
Sevgiler
 
Alev



Bahardan Yaza



Merhaba

Bu aralar çok ara verdim. Elim gitmedi bir türlü yazı yazmaya. Bayaki bir uzatmalı bahar yorgunluğu yaşadım. 2 aya yakın sürdü. Tam artık dr a gitmeliyim yeter sıkıldım bu uyku halinden dedim ki.. Geçti. Aslında geçmesi de garip mis gibi serin havalar bana uyku yaptı şimdi bildiğiniz yaz geldi cin gibi oldum. :)

Yaz tüm hızıyla geçen hafta itibari ile hayatımıza girdi. Geçen hafta pazar günü ilk kez denize girdik girerken biraz ürperdim fakat normal daha nisan ayındaydık. Suyun sıcaklığı Haziran Temmuz ayında Marmara da denize girenler bilirler işte tam o ısıdaydı. Çarşamba günü 1 Mayıs İşçi Bayramı nedeni ile eşim ve okul tatildi. Tekrar denizin yolunu tuttuk. Bu sefer su daha da ısınmıştı. Fakat kesin kararımı verdim. Temmuz Ağustosta da su bu sıcaklıkta olsa tatından yenmez fakat malesef suyun hamam olmasına çok az kaldı.

Yazmadığım dönem içerisinde aslında bayada hareketli günler geçirdik. Annem ve babam Mersin'e bizi ziyarete geldilerki bence bu yuzyılın olayı idi. Babamın ucak korkusu ve fazla kilolarını gözününe aldığımızda büyük aşamaydı :) Çok sevindik çok mutlu olduk. Onlarda buraları beğendiler. Umarım kardeşimi peşime takıp getirdiğim gibi onlarıda bu güzel huzurlu hayata çekip getirebilirim.

Onları uğurladıktan sonra bizde gezenti ailesi olarak kendimizi yine vurduk yollara :) Az gittik uz gittik şaka bir tarafa Urfa Antep gezisi yaptık bu sefer Buse için ben ve Emre'nin binlerce kez gördüğü yerleri birde kızımıza gösterdik. Aynı zaman da da çok sevdiğimiz ve Urfa da yaşayan Abimiz ve Ablamızıda ziyaret etmiş onlarla güzel vakit geçirmiş olduk.

Laf aramızda sanırım çok kilo aldık :) Ahh ahh İmam Çağdaştaki o Alinaziği unutamıyorum. Tatı damağımda kaldı derlerya işte öyle :) Gaziantebe de selamlar bir gün Buse olmadan gidip çarşıların altını üstüne getiricem en çokta mutfak müzesini merak ediyorum. Günlerden Pazartesi olduğu için  tüm müzeler kapalıydı. Çok üzüldüm. Ama üzüntüm kısa sürdü Tekrar gidicez :) Bekle beni müzeler bekle beni yine yeniden Alinazik :) Neyse haksızlıkta etmeyeyin şimdi başka bir yazının konusu olabilecek kadat uzun anlatılabilecek Hayvanat bahçesi ayrıca Turkcell'in sponsor olup yaptırdığı ve bence gerçekten çok faydalı bir eser olmuş Bilim ve gezenevi gerçekten muhteşem. Gezegen evi saatini tututamadık fakat bilim evinde Buse kendini kaybetti. Bizim çocukken sadece kitaplardan okuduğumuz fakat hiç bir zaman okulda yapamadığımız deneyleri orada yapmışlar ve çocukların denemesi için yönergeler ve düzenekler koymuşlar bence her çocuk eğer Fen e de ilgisi varsa mutlaka görmeli.


Urfa Balıklı göl bu resimi telefonla çektiğimize ben inanmadım.



Urfa ya gitmişken uzun zaman dır almak istediğim Mardin işi toprak güvecimi de aldım. Birde saç kavurma yapabilmek için güzel bir saç. Tabi ben bunları alırken Urfa da ki dostlarımız bana manalı manalı bakıp sen bizden çok buralı olmuşsun bizim evde bile bu kap kaçak yok dediler. Bende birkez daha önceki hayatımda kesin bu yöreye aittim diye düşündüm durdum :)


Memleketin her yeri güzel. Fakat yaşayacaksan küçük yerde yaşayacaksın anladım buraya taşındıktan sonra burada hayatı sen yönetiyorsun fakat İstanbul da hayat seni yönetiyor.


Sevgiler

Alev

8 Nisan 2013 Pazartesi

Kısa Bir Hikaye


Güzel bir sahil kasabası deniz günbatımı ve iki insan aşık sevgidolu bir okadar karışık dost olmayı becerebilmiş iki insan. Herşeyden herkesten uzakta sadece onlara ait olan bir dünyada birbirlerinin mutluluğu için savasan iki insan.

Bir çok paylaşım, geçmiş gelecek haz sevinç, üzüntü, tutku, sıkıntı, hayatın tüm gerçekleri ve herşeye rağmen birbirine sahip olmaya çalışan iki insan....

Belki hayatlarında, akıllarının ucundan geçmeyen bir hikayenin iki kahramanı..


Başbaşalar, yalnızlar ve her istediklerini gerçekleştirebileceklerini bilerek oradan oraya savruluyorlar.

Bir yemek masası kahramanlar karşılıklı ikiside aslında biraz hüzünlü biraz buruk biraz yaralı aynı zamanda göz göze olmaktan mutlu saniyeleri paylaşmanın tadını çıkarmaya çalışıyorlar.. Çünkü birbirlerine hep eksikler eksikliklerini tamamlamak için saniyeleri sayıyorlar tam olmak bir bütün olabilmek için..

Dışarıdan bakıyorum bir masa iki insan gözleri kenetli sevgi dolu sıcak. Çocuk; güzel ,derin ve anlamlı bakışlarıyla bakarken kız karşısında eriyor. Kız çok mutlu gözleri parlıyor o anın hiç bitmesini istemedikleri her hallerinden belli...

Hafif bir pişmanlıkta var hareketlerınde hallerinde sebebi daha önce karşılaşamamış olmak belkide geç karşılaşmış olmak. Çünkü dışarıdan bu kadar masum ve güzel aşk yaşayan iki genç insanın aslında hiç de göründüğü gibi olmaması arkalarında bıraktıkları insanlar olması, genel kurallara göre yanlış ama birbirleri için doğru gibi görünen bir yolda yürüyen iki insan olmaları...

İçlerinde belki bu aşkı doya doya yaşayamamanın verdiği bir sıkıntı sevgilerini tüm dünyaya ilan edemedikleri için herşeyi içlerinde yaşayıp bitirmeleri gerektiği düşüncesi...

Masumlar belki yanlış zamanlarda yanlış yerlerdeydiler belki de doğru zamanda doğru yerdeler.

Dalga sesleri uzakta yanan ışıklar konuşmalarını bazen kesiyor ve onları uzaklara alıp götürüyor; gördüğüm manzara muhteşem deli gibi aşık iki insan dalgalar ışıklar ve yıldızlar imrendirecek kadar güzel..... kim böyle bir şeyi yaşamak istemezki....

Gülüyorlar ara ara böyle bir gülmek görülmemiştir bir birlerine bakarken gözlerinin içi gülüyor...

Mutluluğu, duyguları yaşayabilecekleri, kendilerine ait mekanlarındalar artık. Çocuk çok romantik kızı dışarı sürükleyip yıldızların altında sevgisini ölümsüzleştirme isteği içinde kız çocukla heryerde ölümsüz  herşey yanıyor dünya yanıyor şahidi gökyüzünde parıldayan binlerce yıldız...


Paylaştıkça artıyor istekleri özlemleri gözleri hiç birşey  görmüyor birbirlerini yakıyorlar sarıyorlar yandıkça yanıyorlar....

Duygu yükünü hislerinin ağırlığını daha fazla taşıyamayıp kız kopuyor hüzünü, mutluluğu, ayrılığı sahip olmayı, sahip olamamayı güveni, gücü, sevgiyi bulduğu yerde duyguları daha da derinleşiyor göstermek istemeyerek belli etmeden iki damla akıyor gözlerinden kalbine. Ama beceremiyor saklamayı yakalanıyor çünkü çocuk ona hakim her hareketinden nefes alışından bile farkediyor herşeyi....

Aslında mutlular ama bir yandanda üzgünler  tamamiyle birbirlerinin olamamanın verdiği hüzün ve üzüntü. Karışıklar çocuk belki kendini suçluyor ; ben  sebep oluyorum onun gözyaşlarına; buruluyor  aynı şeyleri oda hissetmek istiyor belki belki hissedemediği için belkide hissettiği halde karşılık veremeyeceği onu engelleyen şeyler olduğu için suçluyor kendini. Sevdiğini üzdüğünü düşündüğü için oda üzülüyor. Ama kız onun yüzünden üzüldüğünü düşünmüyor. Yaşadığı duyguların yoğunluğuyla taşımakta zorlandığı yüklerin ağırlığıyla  yapıyor  belkide bunu yaptıklarını konuşmalarını degerlendiriyor. Belki yanlış değerlendiriyor belki bulunduğu durumu kabul edemiyor belki çaresizliğine akıtıyor gözyaşlarını belki sabah olduğunda yine bir kayıp yaşayacağını bildiği için akıtıyor gözyaşlarını. Aynı zamanda bir çok duyguyu birden yaşayıp taşıyor.

İlişkilerin de sürekli  kazanma ve sürekli  kayıp var. Her buluşmaları şölen her ayrılışları tükeniş.... Ama çok güzeller herşeye rağmen gönülleri güzel gözleri güzel paylaştıkları güzel .....


Beklentileri çok küçük aslında hayattan hayat onlara güzel yüzünü gösterecek mi? bilinmez hayatı tekrar deneyecekler mi? oda bilinmez.

Her hikayenin sonunun mutlu bitmesi gerekiyor böyle güzel bir hikaye ise daha da güzel bitmesi gerekiyor ama suan bu hikaye bitmeyecek farklı mekanlarla farklı duygularla hikaye yazılmaya devam edilecek.....
 

Sevgiler

Alev

2 Nisan 2013 Salı

Sinema&Kitap

Merhaba
Son zamanlarda bir çok film izledim. Ödüllü ödülsüz fakat izlediğiniz her filmide beğenmiyorsunuz ne yazık ki.

Dün akşam izlediğimiz bir filmi tavsiye etmek istiyorum.

Medyum
Oyuncular : Robert De Niro, Cillian Murphy, Sigaurney Weaver

Filmin konusu bir profesor ve asistanının psişik olayların kandırmaca üzerine kurulu olduklarını kanıtlamak için yaptıkları çalışmalara odaklanıyor.

Film i izlemeye ilk başladığımızda hadi be nasıl bir film almışız hiçde tarzımız değil konusuna bakmadık mı gerilim mi bu falan diye eşimle konuştuk sonra bir şans verelim dedik. İyi kide vermişiz. Konunun ilk başlangıçla alakası yok :) Sizde bizim gibi aldanıp izlemeden bırakmayın. Sonu benim hayal ettiğim gibi bitmedi fakat yinede değişik bir hikayeydi.


Şuan okumakta olduğumuz bir kaç kitaptan da bahsetmek istiyorum. Sağ olsun sevgili eşim beğeneceğimi tahmin ettiği kitapları idefix den sipariş vermiş. Bir koli kitap geldi.

Hemen başladım okumaya elimdeki kitapları bırakarak. Bu aralar biraz fazla maymun iştahlıyım. Başlıyorum fakat bitiremiyorum kitapları sonunda karar verdim sorun bende değil kitapların konularındaymış meğer se canım psikolojik kitaplar okumak istiyorumuş.

Şuan tavsiye edeceğim kitap Bir Psikiyatristin Gizli Defteri yazarı Gary Small- ve Gigi Vorgan. Yazarlar gerçekten psikiyatris ve vakalarını kendilerinide eleştirir bir şekilde kaleme almışlar. Psikolojik kitap sevenlere duyurulur.

İkinci kitap ise yine koliden çıkan ve şuan eşimin okuduğu hatta sadece okumak demiyelim okurken gülme krizilerine girdiği Benim de Söyleşeyeceklerim var ( İki) adlı kitap yazarı Umut Sarıkaya. Kendisini uykusuz dergisinden hatırlayabilirsiniz. Eşim okurken gülme krizine girince bir de sesli oku diyerek bende aynı gülücükleri paylaşıyorum. Fakat kendimde okuyacağım. Yazım dili basit basit şeylerle dalga geçilmiş fakat espiriler güzel :) Akşamları yatmadan okunmasını tavsiye ederim uykuya gülerek dalıyor ve güzel rüyalar görüyorsunuz :)

Aldığımız diğer kitapları da daha sonra kritik edeceğim. Sabırsızlanıyorum diğerlerine başlamak için.

Sevgiyle kalın

Alev




Koku


Merhaba

Baharın gelmesiyle birlikte bir çok koku yayıldı ortalığa. Tabi bu kokular bazen her insanın hissedebileceği kokular olmuyor. Ben hayatımı değiştirmemle beraber tatları kokuları görüntüleri çok daha iyi alır oldum sanki öyle hissediyorum. Hatta bazen hislerimin bile değiştiğini görebiliyorum ve seviniyorum.

Malum Mersin turunç kokuları ile bezendi. Haftasonu Mersin den Tarsusa gidene kadar otoyolda camlarımız açıktı. Özellikle otoyol dedim çünkü alışılmışın aksine otoyol egzoz değil mis gibi turunç kokuyordu. İşin komik tarafı akşam dönüşte yine camlarımızı açtığımızda bu sefer şehir turunç artı kebab kokuyordu. :) Bu memlekete özgü kokular bunlar bunları çoğu yerde hissetmeniz mümkün değil. Eşimle yolda göz göze geldik ve gülmeye başladık. Turunç üzerine kebab kokusunu alınca.

Malesef evinmizin bahçesinde turunç yok. Büyük bir hata yapıp bahçeyi bu ağaçtan mahrum bırakmışlar. Oysa şimdi balkonda oturununca mis gibi deniz kokusuna birde turunç kokusu eklenirdi ki keyif üzerine keyif olurdu.

Hava sıcak buralarda ama kasvetli basık. Çöl tozu denilen bir durum var buralarda Mardin ve Urfayı daha çok etkiliyor ama hava dalgaları ile buralara kadar geliyor. Yağmur yağmasından korkuyorum çünkü her yer sarı turuncu olacak yağmurla birlikte fakat tabiki çıkacak olan toprak kokusu herşeye değer.

Buralara geldiğimden beri yaşadığımı hiseder oldum. Bir yandan da ne kadar geç kaldığımı anladım keşke buralarda doğsaymısımda bu güzel tabiatı insan eliyle bozulmadan önce de görebilseymişim. Tek tesellim hala gencim ve hayalimdeki doğal güzellikleri yapabilecek gücüm var. Tek ihtiyacım olan bir bahçe ve kendi ellerimle dikebileceğim turunç ağaçları. Şu an kısıtlı imkanlarla da güzel yaşanır diyerek balkonuma limon yada bulabilirsem turunç ağacı dikme hedefim var. Baharda bu mis kokuları evimin içine doldurabileyim diye.

Biraz önce bu yazıyı yazma ilhamı aldığım konu ise belkide size gülünç gelecek. Biraz önce Semizotu yemeği pişirdim. Kimi yörelerde pirpirim diye de geçer. Bahar gibi kokan başka bir sebze bence. Yemek piştikten sonra mutfağımı saran koku bunu yazmalısın dedi. Bu senin hayatında ilk defa pişirdiğin semizotu yemeği değil. Fakat belkide ilk defa kokusunu aldığımda beni gülümsetip yaşadığıma sükrettiren içimde bahar kıpırtılarına sebep olan bir yemek oldu.

Kokular bana çok şey anlatır. Zihnim aldığı kokuyu hemen bir olay ile  birleştirir ve ne zaman aynı kokuyu alsam o an o kişi yada o olay aklıma gelir. Sanırım çoğu insana oluyordur. Hemen o an a giderim. Bu kokuda bugün hafızama bir başka yerleşti. artık her pişirişte o an hissetiğim tazeliği güzelliği ve mutluluğu anımsıycam.

Hayatımın bu dönemimde yaşadığımı hisseder oldum dedim ya gerçektende kendimi çok saf ve temiz hissetmeye başladım. Geçen bir sohbette eşimede söyledim. Hayatımın en saf en net en temiz dönemini yaşıyorum diye. Hayatımda iş olmayınca görüşmek zorunda olduğum ama keyif almadığım insanlar  olmayınca entrika yok, dedikodu yok, hırs yok, sinir yok insan ister istemez saflaşıyor. Bu yazdıklarımı modern çalıma hayatında ve büyük şehirlerde yaşayıp ta benim hayatım asla yer almıyor diyemeyiz. İnsan istemesede içinde kötü duygular barındırıyor. Fakat şimdi hayat benim için öyle değil. İnsanlar yaşadığı ortamlara göre değişiyor bazen gelişiyor bazende geriliyormuş bunu anladım.


İlk defa bu baharla mutluluğu kokladım sanırım. Şimdiye kadar mutluluk tanımı yaparken gelip geçicidir bazen piyango gibi vurur derken aslında çok büyük bir yanılgıya düştüğümü farkettim. Hatta sanırım hayatımda ki çoğu olayı değerlendirirken yanılgılarım olmuş şimdi çok daha duru bir gözle görebiliyorum. Mutluluk insanın kendi üretebildiği birşey.

Eskiden aldığım kokuların bir anlamı yokken şuan aldığım her çiçek kokusu, her yemek kokusu beni mutlu ediyor ve şükretmeye sevkediyor. İstanbul dan ayrıldığımdan beri çok daha fazla şükreden bir insan oldum. Her sabah şükredecek bir sürü sebeple uyanıyor her akşam şükredecek bir çok konu buluyorum.


Sizlerede güzel kokulu mutluluk kokan günler dilerim.

Sevgiler

Alev







11 Mart 2013 Pazartesi

Boşnak Mantısı


Merhabalar

Perşembe akşama doğru bir sıkıldım bir sıkıldım. Dedim mutfağa gir sen, senin rahatlanam için yemek yapman lazım.

Evde şu aralar sürekli bir diyet yapmak az yemek un, tuz, şeker yememek sürekli bu konuşmalar dönüyor ve benim sinirlerim bozuldu. Yeni bir çok tarifimi yada aklıma gelen uydurma yemekleri denemek istiyorum. Fakat eşim son 8 ayda edindiği 6 kilodan çok şikayet ettiği için benim elimi bağlıyor. Yemek yapma deyip duruyor. Bende elinden çikolatası alınmış çocuklar gibi mutsuz oluyorum. :)

Velhasıl aman dedim gir mutfağa yap. Kimse yemezse ben yerim sonrada ertesi gün 2 saat koşu yaptım mı tamamdır gitti bütün kaloriler.

Boşnak mantısı yapmaya karar verdim. Ertesi akşamda Kayınvalide'me çaya gidecektik. Birde çilekli pasta yap çocuklar sever yerler dedim. Girdim mutfağa :)

Malzemeler
Hamuru için
3 su bardağı un
1 su bardagı su
tuz
Sıvı Yağ

İç harç
250 gr kıyma
2 soğan
karabiber
tuz

Öncelikle bir kaseye unu tuzu ve suyu koyarak yoğurmaya başlıyoruz. orta sertlikte bir hamur elde ediyoruz. bırakıyoruz biraz dinleniyor.

İç harcı hazırlıyoruz. kıymanın içine soğanı rendeliyoruz. Dilediğimiz kadar tuz karabiber. İçimiz hazır.

Hamurumu 8 ufak bezeye ayırdım.


Bezeler tek tek pasta tabağı büyüklüğünde açılır

Açılan bezelerin arasına sıvı yağ dökülerek üst üste dizilir.
 
Yağlanmış üstüste konulmuş hamurları elimize alıp çevire çevire büyütüyoruz

Elimizde açtığımız hamuru kareler halinde kesiğ mektup zarfı gibi kapatıp tepsiye yanyana diziyoruz.
 

 
200 derece ısınmış fırında üzerleri kızarana kadar pişiriyoruz.
Sonra tabaklara alıp sarmısaklı yoğurt dokebilirsiniz. Yada daha tepsiden çıkarmadan tepsinin üzrine yoğurt dokup yumuşamasını bekleyebilirsiniz. Tercih sizin.
 
 
 
 
Afiyet Olsun

 
Sevgiler
 
Alev